Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.  

- Yenidoğan skandalında geç kalınmaması için nasıl bir önlem alınabilirdi?

Aslında 112 çalışanlarının bazılarının İstanbul’daki birkaç özel hastaneye bebekleri para karşılığı yönlendirdiği, bu yoğun bakım ünitelerinde bebeklere gereksiz tedaviler uygulandığı, bazı tedavilerin uygulanmış gibi gösterildiği ve böylelikle SGK’nın dolandırıldığı iddiaları 2015 yılına dayanıyor. O dönemde bir soruşturma yürütülerek olaya karışan 112 çalışanlarına aylıktan kesme cezası verilip görev yerleri değiştiriliyor. Yani sistemin böylesi bir suistimale açık olduğu o zaman anlaşılıyor. Geç kalmamak adına o tarihten itibaren 112 kayıtları düzenli incelenip belli hastanelere yönlendirme olup olmadığı takip edilebilir ve habersiz denetimlerle yatan bebeklerin tıbbi durumlarının ve uygulanan tedavilerin kayıtlara yazılanla uyumlu olup olmadığı kontrol edilebilirdi.

– Bu olayda 112’nin tam olarak rolü nedir?

Ülkemizde 112 hizmetleri gerçekten çok iyi çalışıyor. Büyük emekle çalışan, canı pahasına hastaları hastanelere yetiştirmeye çalışan özverili hekimler ve sağlık çalışanları dünyaya örnek olan bir hizmeti sunuyorlar. Hastayı yetiştirme telaşı sırasında yaşanan ambulans kazalarında hayatını kaybeden doktor ve sağlık çalışanı arkadaşlarımızı saygıyla anmak isterim. 

On binlerce 112 çalışanı içinden birkaç ahlak ve vicdan yoksunu kişinin çıkması tüm 112 çalışanlarına mal edilmemeli. 112 sistemine güvenmeye devam edebiliriz. Bu olayda olan ise 112 nakil merkezinde yoğun bakım ihtiyacı olan bebekleri hastanelere yönlendiren bazı çalışanların hastaları para karşılığında sürekli belli hastanelere yönlendirmesi. Bu hastanelerin ortak noktası ise yenidoğan yoğun bakım hizmetlerini aynı taşeron şirkete devretmiş olmaları. Yani aslında 112 bebekleri bir şirkete servis ediyor diyebiliriz. Olayın birinci ayağı bu. Sonrasında bu şirket “işlettiği” ünitelerde SGK’dan ve hasta sahiplerinden para alabilmek için tıbben gerekmeyen ve hatta hatalı tedavi-takipleri yapıyorlar. Olayın vahameti anlatırken kullandığımız kelimelerden bile belli “taşeron”, “işletme”, “şirket” bunlar sağlık hizmetinde olmaması gereken ifadeler, kavramlar. Sorun zaten burada. Sağlığın piyasanın kurallarına terk edilmesinde.

- TTB’nin böyle bir olayda, meslekten çıkarma gibi bir yetkisi var mı, TTB ne yapabilir?

TTB’ye bağlı odalarımızda hekimlerin seçtiği, meslek etik değerlerine bağlılığı bilinen kıdemli hekimlerden oluşan Onur Kurulları ve merkezde de Yüksek Onur Kurulumuz var. Bu kurullar odaların yönetimlerinden bağımsız çalışan meslek etik kuralları doğrultusunda kararlar alan kurullar. Verebilecekleri en ağır ceza 6 ay süreyle meslekten men. Bunu da aynı kişiye 3 kere verebiliyor. Üç defa meslekten men alan kişi o ilde hekimlik yapamıyor ama başka illerde çalışabiliyor. Ancak bu cezanın uygulanıp uygulanmadığını kontrol edecek bir kolluk gücü yok. Ceza alan hekimler sağlık müdürlüğüne ve çalıştığı kuruma bildiriliyor. Mesleğini o sürede icra etmemesini sağlamak idarecilerin görevi. Meslek etik değerlerini korumakta Onur Kurullarının görevi çok ama çok önemli. Bunlar hekimlerin seçtiği bağımsız kurullar. Meslekten çıkarma yetkisi bu kurullarda olmalı. Dünyada gelişmiş demokrasilerde bu böyle.

- Bizde nasıl?

Bizim ülkemizde meslekten uzun süreli men veya meslekten çıkarma Sağlık Bakanlığının oluşturduğu Sağlık Meslekleri Kurulu’nun yetkisinde. Bu kuruldaki kişilerin çoğunu Bakan atıyor, meslek birliklerinden birer temsilci var sadece. 

- Kapatılan hastanelerde kaç doktor ve sağlık çalışanı görev yapıyor, olaya karışmayanların durumu ne olacak, isteyen kamuya geçebilir mi?

Hayır isteyen kamuya geçemiyor ne yazık ki. Kapatılan hastanelerde 450’ye yakın hekim ve 1500 civarında sağlık çalışanı görev yapmaktaydı. Bunların hemen tamamı olaydan haberi bile olmayan, hastane yöneticilerini tanısalar bile hizmet taşeron şirkete verildiği için tutuklanan şirket sahiplerini bile bilmeyen kişiler. Onlar birdenbire işsiz kaldılar, gelirsiz kaldılar. Ne büyük bir güçlük içine düştüklerini tahmin edersiniz. Özel hastanelerde çalışan hekimler öyle çok yüksek ücretler almıyorlar ne yazık ki. Birkaç ay çalışamadıklarında ciddi maddi güçlükler yaşayacaklardır. Diğer sağlık çalışanları ise kamudan bile düşük ücretlerle, açlık sınırında yaşıyorlardı zaten. Bu arkadaşların mağduriyetlerinin hızla giderilmesi gerekir. İstanbul Tabip Odamız işsiz hekimlerle ilgili bir toplantı yaptı. Onların sesini duyurmaya çalışıyoruz. Aslında yapılması gereken bu hastaneleri kapatmak değil, yönetimine el koymak olmalıydı. Hem hastalar hem çalışanlar zor durumda kalmamış olurdu.

– Olaya karışan hastanelerin denetlendiği söyleniyor, denetim yönünden nasıl bir eksiklik söz konusu?

Denetimler sürekli yapılır zaten ama yatak sayısı, personel sayısı gibi fiziksel koşulların denetimi şeklinde yapılıyor. Sağlık hizmetinin karmaşıklığı nedeniyle bu denetimlerde tıbbi süreçler sadece birkaç parametre üzerinden o da ünitenin kendi tuttuğu kayıtlardan, hasta dosyalarından yapılabiliyor. Bu denetimler tabii ki önemli, sıkı yapılmasının bir etkisi olur. Ancak denetim 7/24 yapılamayacağından orada hizmetin hep doğru verildiğini kontrol edemezsiniz. 

‘CEZALAR CAYDIRICI DEĞİL’

- Nasıl olmalı?

Burada asıl önemli olan denetimlerde eksiklikler tespit edildiğinde verilecek ceza. Maalesef cezalar caydırıcı değil. Önceden SGK anlaşmasını bir süreliğine iptal ediyordu. O hastaneden hizmet almıyordu. Ama artık sadece para cezası var. Zaten ceza olarak ödediğinden çok fazlasını kazanan bir hastane ne diye kendine çeki düzen versin ki? Ayrıca tıbbi süreçleri denetlemek de çok zordur, bir hekimin tamamen bilimsel gerekçelerle yoğun bakımda 1 gün daha yatması gerekir dediği, X tedavisini önerdiği bir hastaya başka bir hekim yine bilimsel gerekçelerle servise çıkabilir kararı verebilir veya Y tedavisi önerebilir. Hekimlerin davalarla, şiddetle sindirildiği bir ortamda sırf kendisini garantiye almak için bir hekim hastasını yoğun bakımda gereğinden fazla tutmak isteyebilir. Burada önemli olan bu kararlarda paranın etkisinin olmamasını sağlamaktır. 

‘SGK DENETİMLERDE AKTİF OLMALI’

Ayrıca sadece sağlık bakanlığı değil hastanelerden hizmet alan SGK’nın da denetimlerde daha aktif olması gerektiğini eklemem gerekir. Fakat özelde yapılan işlerin sayısı o kadar yüksek ki; 2022’de özel sağlık kuruluşlarında 4 milyon yatış 1,7 milyon ameliyat olmuş. Bunların tamamını denetleyecek bir mekanizmayı kurmanın ne kadar zor hatta imkansız olduğu ortada. Özetle kesin çözüm bu tür karmaşık ve ileri düzey sağlık hizmetlerinin kamu tarafından verilmesidir. Ancak kamu bunu sağlayana kadar hizmet aldığı her kurumu sıkı bir şekilde ve tıbbi süreçler üzerinden denetlemeli ve cezalar ağırlaştırılmalıdır. Ağır ihlalde hizmet alım sözleşmesi iptal edilmelidir. 

- Sağlık Bakanı, yenidoğan skandalının ortaya çıkmasının ardından özel hastanelerde “yapısal reform”dan söz etti. Nedir bunun anlamı?

Hiçbir fikrim yok doğrusu. Elbette pek çok özel hastane çok doğru düzgün çalışıyor. Çok değerli hekimler ve sağlık çalışanları etik değerlere sıkı sıkıya bağlı kalarak görev yapıyor buralarda. Bu olayın en çok onları üzdüğünden emin olabilirsiniz. Sadece gelir kaygısıyla değil mesleksel kaygılarla özel sektöre geçen hekimler çok. Zaten özeldeki gelirler de uzun süredir kamudan çok çok yüksek değil maalesef.  Kamuda mesleğini hakkıyla, istediği gibi yapma fırsatı bulamadığı, örneğin hastalara yeterli zaman ayıramadığı için, idareci baskısıyla işini istediği gibi yapamadığı için özele geçen sayısız hekim arkadaşımız var.  

‘ÖZELLER ÖZELLEŞTİRİLMELİ’

Bakanlık reform yapmak istiyorsa SGK kritik hizmetleri özelden almaktan vazgeçmeli. Bir ülkede yenidoğan yoğun bakım yataklarının yarıdan fazlası, diyaliz makinelerinin dörtte üçü nasıl ve neden özelde olabilir? İstanbul Tabip Odası ve TTB’ye büyük emek veren arkadaşlarımızdan Dr. Osman Öztürk’ün çok güzel ifade ettiği gibi “özel hastaneler özelleştirilmeli”. Kamu kaynaklarıyla desteklenmemeli. Elbetteki önemli fonksiyonları var özel hastanelerin ancak kendisinden hizmet alabilecek ve almak isteyen kişilere hizmet vermeli. 

‘SAĞLIKTA TAŞERON OLMAZ’

– Hastanelerin başka hangi bölümlerinde buna benzer olaylar yaşanabilir?

Maalesef taşerona devredilen pek çok hizmet var. Ameliyathaneyi, beyin cerrahisi, kalp cerrahisi belli bir cerrahi servisi, radyoloji ünitesini, diyaliz ünitesini taşerona veren hastaneler var. Bu uygulama birkaç sene önce yapılan düzenleme ile yasal hale getirildi. Yasal olsa bile alt yüklenici yani uygulaması hastanenin sorumluluktan kaçmasını sağlayan, tıbbi mesleki denetimi ortadan kaldıran bir sistem. Sağlık hizmetinde kesinlikle olmaması gerekir. Ama maalesef kamu hastanelerimiz bile bu yola başvuruyor.

- Soruşturma diğer özel hastaneleri de kapsayacak şekilde genişletilmeli mi?

Elbette 112 kayıtları elektronik ortamda saniye saniye tutuluyor. Geriye dönük olarak bu kayıtlar tüm ülkede incelenerek o ilde belli hastanelere orantısız bir hasta transferi olup olmadığı incelenmeli. İşin doğrusu bunun sürekli, günlük veya haftalık yapılması gerekli.

Erdoğan: Bundan sonra kimsenin gözünün yaşına bakmayacağız Erdoğan: Bundan sonra kimsenin gözünün yaşına bakmayacağız

- Böyle bir skandalın sorumlusu veya sorumluları sizce kim, bu sorumlular hakkında ne yapmalı?

Bu skandalın pek çok sorumlusu var bizce. Bir sıralama yapacak olursak; her şeyden önce sağlığı ticaret konusu haline getirmenin sakıncalarını yıllardır dile getirenleri, uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programının sağlığı çökerteceğini, halkın sağlığına zarar vereceğini, sağlığı ve sağlık çalışanlarını değersizleştireceğini anlatmaya çalışanları dinlemeden inatla bu programı uygulayan önceki hükümetler, bakanlar sorumlu. 

‘RECEP AKDAĞ ÖVÜNÜYORDU’

Recep Akdağ’ı özel olarak anmak lazım. Tüm hekimler ve sağlık çalışanlarıyla, bunların örgütleriyle adeta kavga ederek bilimsel gerçeklere kulak tıkayarak, üstelik bir de övünerek hayata geçirdiği sistemin geldiği yer burası. Kendi dar grup veya kişisel çıkarları için bu politikalara destek veren tüm kesimler, kurumlar sorumlu. Denetim görevini yerine getirmeyen SGK ve Sağlık Bakanlığının ilgili birimleri sorumlu. Adı geçen hastanelerin yöneticileri, sahipleri sorumlu. Elbette bu korkunç tezgahı planlayan, yürütenler sorumlu. Bu tezgahta yer alan hekimler sağlık çalışanları sorumlu. Biz de odalar ve TTB olarak belki daha da fazla sesimizi çıkarmalıydık, ama bizim üzerimizdeki baskıları biliyor okuyucular. Sadece gönüllülükle çalışan oda ve TTB yöneticileri elinden gelenin fazlasını yapmaya çalıştı aslında.

- Bu çete çökertildi, peki sorun bitti mi?

Hayır, elbette bitmedi. Bu çeteleri ortaya çıkaran, besleyen sistem değişmeden bu sorun bitmez. Bitemez. Daha da ağırlaşarak devam edecektir. Pansuman tedbirlerle düzelmesi mümkün olmayacak şekilde tahrip olmuş bir sağlık sistemi ve sağlık ortamı söz konusu. Yeniden, yeni hedefler ve ideallerle halkın ihtiyacı olan eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve nitelikli bir sağlık sistemi kurmamız gerekiyor. 

‘HEKİM-HASTA ARASINDA PARA İLİŞKİSİ OLMAMALI’

Hekimlerle hastalar arasında para ilişkisinin olmadığı böylece güvenin sağlanabildiği, hekimler ve tüm sağlık çalışanlarının insanca yaşayabilecek, emekliliğe yansıyan tek kalemden oluşan bir gelire sahip olduğu, şiddetten arındırılmış, hekimlerin ve hastaların kendini değerli hissettiği bir çalışma ortamı yaratmamız lazım. Aslında bunu yapabilecek hem maddi birikim, hem bilgi, hem tecrübe, hem teknik altyapı hem iyi yetişmiş sağlık personelimiz var. Sadece siyasi irade eksik.

- Yenidoğan skandalında hızla ve kontrolsüz özelleştirmenin sonuçlarını mı gördük?

Doğrusu şu bence özelleştirmenin sakıncalarını gördük. Devlet eliyle özelin beslendiği, kamu kaynaklarının giderek tekelleşen bir avuç sermaye sahibine aktarıldığı bir sistemin sonucu. Hızlı veya yavaş fark etmez. Sağlıkta özelleştirme, çürüme ve ölüm getiriyor. 

‘DİRENİŞ SAYESİNDE 25 YIL SÜRDÜ’

Bu arada bir Dünya Bankası projesi olan bu anlamda yerli ve milli olmayan, Sağlıkta Dönüşüm Projesi’nin dünyada pek çok ülkeye dayatıldığını ve hızla hayat geçtiğini, Türkiye’de ise hekim ve sağlık çalışanları örgütlerinin ısrarlı direnişi sayesinde 25 yılda ve kendileri açısından eksiklerle tamamlandığını ifade etmek gerekir. Önemli bir nokta da şu ki özelleştirme sadece özel sağlık sektörünün desteklenmesi, hizmetin özelleşmesi olarak  anlaşılmamalı. Kamu kurumları, hatta birinci basamak sağlık hizmeti verilen aile sağlığı merkezleri bile  bugün işletme haline gelmiş durumda. Performans, taşeronlaşma gibi uygulamalarla maalesef piyasa mantığı kamuyu bile ele geçirmiş durumda. 

- Yenidoğan skandalı sağlık çalışanlarını nasıl etkileyecek, iktidarın şiddetle ile ilgili adımlar atması gecikir mi?

Şiddet, sadece hekimleri ilgilendiren bir konu olmaktan çıktı, halkın kaliteli sağlık hizmeti almasını da etkiliyor. Hekimler artık daha defansif tıp dediğimiz, hastayla karşı karşıya gelmek istemedikleri branşları seçmeye başladılar. Çünkü çekiniyorlar. 

- Hangi branşlarda sıkıntı var?

Örneğin cerrahinin birçok dalı, kadın hastalıkları ve doğum gibi alanlar çok daha az tercih ediliyor. Hekimler “Başıma bir şey gelir, hasta yakınlarıyla sorun yaşarım, şiddete uğrarım, belki de hayatımı kaybederim” endişesiyle bu alanlardan uzaklaşıyor. Mevcut doktorlar ise erken yaşta emekli oluyor veya doktorluğu tamamen bırakıp başka bir mesleğe başlıyorlar.

‘CİDDİ KAN KAYBI VAR’

- Bu kayıplarla birlikte yurt dışına giden de birçok hekim var...

Özellikle yeni mezun arkadaşlarımız yurt dışına daha çok gitmeye başladı. Bu sayı giderek artıyor. 2021’de yurt dışına gitmek üzere iyi hal belgesi talep eden kişi sayısı 1405 iken 2023'te bu sayı iki katına ve 3 bine ulaştı. 2024'ün ilk 8 ayında toplam 1800 kişi iyi hal belgesi için başvurdu. Bu yıl da 3 binlere yaklaşacağını öngörebiliriz. Tüm bunları bir araya topladığınızda Türkiye'deki sağlık sisteminin ciddi kan kaybettiğini söylemek mümkün. Bu ciddi bir kan kaybıdır.

‘FRANSA’DA CEZA TÜRKİYE’DE ÖDÜL’

- Bu noktaya nasıl geldik?

Sağlıkta dönüşüm programı gibi sağlık politikalarıyla hekim emeği değersizleştirildi. Çünkü sağlıkta dönüşüm programının en büyük özelliği tek bir cümleyle ifade etmek gerekirse; yapılan işin kalitesine değil, yapılan işin sayısına bakılması. Sayı ödüllendiriliyor, sayıya değer veriliyor. Fransa’da 100 hasta bakana soruşturma açılırken, Türkiye’de 120 hasta bakana ödül veriliyor. 

- Bu koşullarda ne kadar doğru teşhis konabilir?

Mümkün değil. Normalde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bir hastaya en az 20 dakika ayrılmasını isterken bizim ülkemizde bu süre kağıt üzerinde 10 dakika görülmekle beraber, kontrole gelenler, konsültasyon için başka bölümlerin danıştığı hastaların da eklenmesiyle bir hekim arkadaşımızın bir hastaya ayırdığı zaman 5 dakikaya düşüyor. Ne kadar iyi yetişmiş olursa olsun, mesleği ne kadar iyi biliyor olursa olsun bir hekimin 5 dakikada bir hastayı bütünlüklü bir şekilde ele alıp sorununu anlayıp buna yönelik bir çözüm üretmesi imkansız. O işin profesörü bile olsanız 5 dakikada bir hastayı tanı koyup tedavi edemezsiniz. Diyelim ki bunu yaptınız ama iş bitmiyor. Hastayı doğru bir şekilde bilgilendirmek de gerekiyor. Zaten hastalar yeterince bilgilendirilmedikleri için tedavi olamayacaklarını ya da olmadıklarını düşünüyorlar. Bu nedenle memnuniyet çok azalıyor. 

- Bu sistem şiddeti körüklüyor mu?

Hasta hekimliğe güvenemiyor. Eksik tedavi aldığını düşünüyor. Hekim belki de her şeyi doğru yaptı ama hastasına onu anlatamıyor. Bu bir yandan da hekimlerde bir yabancılaşmaya sebep oluyor. Çünkü hekimleri iyi hekimlik yapmaya motive eden en önemli şey iyi sonuç almak, bir insanın hayatına dokunmaktır. Ama biz bunu yapamıyoruz. Bu hastalarla birlikte hekimlerde de mutsuzluğa sebep oluyor. Hekim artık yaptığı işten tatmin olmuyor. 

- Eskiden aileler çocuklarının doktor olmasını isterdi...

Aslına bakarsanız bu kadar çalışmaya ve aldığınız riskler karşılığında size ödenen ücret çok az.  İnsanlar hayatlarını idame ettirmekte zorlanıyor. Sonuçta genel olarak baktığımızda bu şiddeti en çok tetikleyen şeylerin başında hekim emeğinin değersizleştirilmesi sorunu var.

- Yurt dışına gitmek isteyen hekimler kolay kabul alıyor mu?

Evet, kolay kabul alıyorlar. Çünkü biz Türkiye'de hala inadına iyi hekim yetiştiriyoruz. İyi hekim yetiştirmek için uğraşan hekim hocalarımız, öğretim üyelerimiz var. 

- Bu sistemde iyi hekim yetiştirme ne kadar daha sürebilir?

Onlar da azalıyor giderek. 10 yıl sonrası için bu kadar umutlu konuşamıyorum. Çünkü üniversitelerde de çok büyük sorunlar var. Öncelikle hocası, alt yapısı olmadan çok fazla tıp fakültesi açılıyor. İkincisi sistemde iyi hekim yetiştirmenin yine bir karşılığı yok. Doktorlar arasında bir sıralama yapılsa gelir düzeyi açısından üniversitelerde çalışan öğretim üyeleri en sonda gelir. Düşünün 20 yıllık profesörsünüz, araştırmayla, eğitimle uğraşıyorsunuz, hasta bakımıyla ilgileniyorsunuz ama çocuğunuzu özel bir üniversitede okutacak maddi gücünüz yok. Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik durumun da etkisiyle eskiye göre çok ciddi gerileme var. Bugün bir hekim karı kocanın bir ev ve bir araba alması hiç kolay değil. Önceden bu mümkündü. 

- Bu durum Türkiye’nin geleceğini nasıl etkileyecek?

Geleceğimiz açısından büyük bir tehlike. Çünkü iyi hekim yetişmesi iyi hekimlere bağlı. Eğitim için ayrı bir gelir yok. Üniversite hastanelerinin kendini çevirebilmesi oradaki öğretim üyelerinin hasta bakmasıyla mümkün. Bu nedenle öğretim üyeleri eğitimden çok hasta bakmaya yönlenmek zorunda kalıyor. Bazı birimlerde asistan sayısı yüzü geçmiş durumda. Öğrenci, hocasına yardım ederken öğrenecek ama ameliyata girmeye sıra gelmiyor. Tüm bunlar geleceğimiz açısından son derece endişe verici. Uzmanlık eğitiminin kalitesini korumamız, daha da arttırmamız lazım. 

- Nasıl?

Bunun için kaynak, zaman ayırmak ve öğrenci sayısını azaltmalıyız. Türkiye'nin bu kadar da çok uzmana, hekime aslında ihtiyacı yok. İyi bir planlama yapılmalı. Tüm meslek gruplarında böyledir; hızlı çalıştığınızda, çok ürettiğinizde kalite azalır. Sistem değişmez ve gelişmezse Türkiye'deki sağlık eğitiminin kalitesi daha da düşecek. Hekimler, hata yapmayı hiç istemez. Çünkü yaptığınız hata insan hayatıyla doğrudan ilgilidir. Öyle olunca da bu mesleği seçen insanlar azalacak giderek. Beyin tümörü, açık kalp ameliyatı, organ nakli yapacak cerrah zor bulacağız. O hastanın sorumluluğunu alıp yönetebilecek hekimleri bulamayacağız. Türkiye, sağlık alanındaki sorunları çözmek zorunda. Ekonomik krizi 3-5 yılda çözersiniz. Ama insan yetiştirmek öyle kolay bir şey değil.

- Kontrolsüz sığınmacı kabulü ile birlikte çocuk felci gibi Türkiye’de yıllar önce çözüme kavuşan hastalıkların tekrar ortaya çıkma riski nedir?

İster istemez insan hareketliliği hele de bu sağlık sisteminin iyi çalışmadığı bir yerden oluyorsa  ülkeye girişlerde risk taşır. Bu geçişlerin kontrollü olduğu dönemlerde, sınırlarda sağlık kontrolü ve aşılama hizmetleri devam ediyordu. Ama bir süre sonra bu kontroller de kalktı. Göçmen Sağlığı Merkezleri var ama kayıtlı olanlara hizmet veriliyor. Kayıtsızlar için yapacak bir şey yok. Onlar kayıt dışı. Kayıt dışı gelenlerin kontrol altında olması lazım.

PORTRE

1995’te Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 2000-2001 arası Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, 2002’den itibaren de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde uzman olarak çalıştı. 2006’da doçent, 2011’de profesör oldu.  Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) ve Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (ESCMID) üyesi olan Azap, AÜ’de öğretim üyesidir.
 

Kaynak: rss